HİLAL İLE ZÜHAL

Eskiden dört yanı sarı güllerle çevrilmiş,dağların kucağından eteklere yayılmıs bir şirin kasaba varmış.Çay bardakları
nda gül suyu içilen, evlerinde gül şerbeti dolup taşan bu kasabanın en görkemli manzarası Zülküfül Tepesiymiş.Bu tepenin bir yerinde,pembe sabahları selamlayan, eflatun akşamları sırtlayan Hilal ile Zühal isminde iki kardeş yaşarmış.Dağdan ovaya , etekten yaylaya yayılan ve ipek döşeli sedirlerinde Kur'an okunan evlere, bahçelerden gül taşıyan Hilal ile Zühal’miş.Bahar yağmurlari başladı mı, çobanların kavalında türküler yükseldi mi , arılar, kelebekler döndü mü, meşeler göğerdi, dutlar yeşerdi,
Toprak doğurdu mu; gül açılır, gül kapanır boyuna gönüllerde, bu diyarda..Gül dendi mi Hilal vardır, Zühal vardır.Katmer gül, Kırk yapraklı kırmızı gül, pembe gül, al gül...Şişelerde solmayan, ellerde buruşmayan,kokusunu yitirmeyen güller..
Hilal ile Zühal’in yetiştirdiği güllerden yapılan reçelden yiyen, suyundan yıkanan, kokusunu kokan hastalanmazmış.Gözlere ilaç bu gül suyunda.Koyunun süt verimi,hastaların ruhunu aydınlatan ısık; bu gül suyunda.Ve gül yetiştirir, gül dagıtırdı Hilal ile Zühal...
Bu diyarda gül suyunda yıkanmamış saçlara değmiyor tarak, tutulmuyor gül suyu damlatılmamış bardak.Günler gül rengi gibi, Hilal ile Zühal gül kadar güzel, gül kadar ince ve zarif.Nefesleri gül kokusunun kendisi.Sesleri gül hışırtısı,bakışları gonca gonca, gülle muştularlar insanlara bahar Aydınlıklarını.
Her gece tepede Hilal ile Zühal’in gül alevli lambaları yanardı.Gül ışığı gibi, dağın sembolü gibi...
Üzerine gül kokusu yayılan bu kasabayı, düşman bir türlü istila edemiyor.Yaralananlara Hilal ile Zühal’in gül şerbeti şifa oluyor.Gül suyuyla yıkanan
Delikanlılar yüzlerce düşmanı önüne takarak tarumar ediyor.Gül suyuyla efsunlanan evlere toplar kar etmiyor.Yılan bile kimseyi sokmuyor, akrep çekirgeden farksız.Aylar seneler böyle geçiyor.Hilal ile Zühal hep aynı gençlikte, hep aynı tazelikte.Yediveren güllerinin içinde bambaşka iki gül....
Bu güzel kasabanın ünü, Diyarbakırden İstanbul’a,Kerkük’ten Bağdat’a,Üsküp’ten Tahran’a kadar yayılmış, özlemi büyümüş büyümüş , büyümüş de bütün gönülleri kaplamış.
Yürümüştü şehir üstüne bir zamanlar Asur kralı,Yürümüştü üstüne üstüne Roma ve Bizans.Musul Atabeyleri ve Şah İsmail de yürüdü yürüdü üstüne.Aman vermedi Cihangir Bey. Kasabanın soylu beyi.Hilal ile Zühal’in Salavat-ı Şerifelerle derledikleri güller hep diri tuttu kasabayı.
Günlerden bir gün ... Güneşin başka diyarlara gittiği, bulutların akına başladığı bir gün..Hüznün çöktüğü, sanki dağlarin göçtügü bir gün.Ihlamur ağacının bayıldığı, meşenin darıldığı, kuşların küstüğü, bülbüllerin sustuğu, güllerin boyun büktüğü, çakıl taşlarının ağladığı bir gün; inmedi kasabaya Hilal ile Zühal.Gül kokusu doldurmadı kasabayı.Akşam bir hüzünle geldi,Gül alevli ışığı yanmadı o gece Hilal ile Zühal’in.Bitmek bilmeyen o gecenin kasveti karşısındaki dağa çöktü.Zülküfül Tepesi’nin tam karşısında duran sıra sıra dağlara.
Bekledi dağlar,fakat gül alevli, gül savklı tepe yanmıyordu artık.Günler geçti, haftalar geçti, bu bekleyiş acı oldu.Dayanamadı yandı tutuştu dağlar.Yeri göğü sardı alevler günlerce...Göklerdeki yıldızlar ağlamaya durdu.Derken koyu bir yağmur boşandı gökten.
Bu yağmurla sönen yanardağdan geriye kara kara taşlar, kayalar kaldı.Şimdilerde bu dağa Karacadağ derler.
Kasaba beyinin biri birinden yigit, biri birinden yakışıklı,civanmert iki oğlu;
“-Olsa olsa Hilal ile Zühâl
ya Rumeli tarafına, ya Acem tarafına kaçırıldı.” Diyerekten, biri bir al ata bindi güneşin doğduğu tarafa, diğeri beyaz bir ata bindi, yanlarına da bin atlı alarak güneşin battığı tarafa
yürüdüler.”-Gençliğimize eyvahlar olsun” dediler.”-Bulamazsam Hilal’i eyvahlar olsun, nasıl bağışlar atalarım” diye haykırdı
.Ejder kanatlandı adeta batıya doğru.”-Eğer düşman elinden kurtaramazsam Hilal ile Zühali haram olsun anamın ak südü.Erkeğim ben diye nasıl bıyık sallarım.” Diyerek bir fırtına gibi esti bin atlıyla güneşin doğduğu tarafa Ömer...
Bulutlarla yarıştı , yıldızlarla esti adeta Ejder.Haykırıyordu bin askere.Rüzgarların yarışamadığı, şimşeklerin yoldaşı Ömer tayfun misali esiyordu.Birçok şehit haberi geldiyse de , Ömer ile Ejder’in Zaferden zafere koştukları bütün dünyaya yayılmıştı.Hilal ile Zühal’in şahsında yapılan bu cihadda yeryüzünde onlara rastlanmadı.Fakat, bahçelerde gül tomurcuklarinin açtığı, bülbüllerin en güzel öttüğü, güneşin bir başka doğduğu bir günün akşamı cümle insanların bakışları kutlu tepeye döndü.
Yeni doğmus ay, görülmemiş şekliyle, en tatlı biçimiyle kucaklamak üzere Zühal
Yıldızını.Şehit kanlarında savkıyan bir bayrak gibi.Anlaşıldı ki, Hilal ile Zühal yüceliğe ermiştir.Erdeme, mutluluğa ana simge olmuştur.


( Kırkikindi Dergisi:Say-I3-1989 )













1